A.Saraç
İlk iki sorum yakın bir zamanda yayımlanan “Asi Asi” Romanınız hakkında olacak. Öncelikle “Asi Asi” kitabının ortaya çıkış sürecinden ve bu kitabın sizin için öneminden bahseder misiniz?
A.Kutlu:
Asi… Asi’nin ilk önemi, son yazdığım kitabım olması. Yeni çıkmış bir son kitap, okurlarım yönünden henüz yerine oturmuş olmadığı için geleceği de tepkiler de, üstünde yapılan değerlendirmeler de ilgimi çekiyor. İkinci önemi de, doğduğum, küçük çocukluğumun geçtiği, daha sonra lise eğitimimin son bir buçuk yılını geçirdiğim şehir üstüne yazdığım romanın çeşitli mekânlarında, keşfedilmemiş kuytularında benim de duygularımın, kimliğimin bulunması. O duygular, izlenimler, etkilenmeler, sanki görsel bir kültmüş gibi beni temsil ediyor.
Bu roman, benim en geniş oylumlu kitabım olma özelliğini taşıyor. Bunun yanında, yazarlığımın en başından beri geçen sürede elimden çıkan tüm kitaplardan farklı olarak; Antakya şehrini ve Asi ırmağını romanımın ana kahramanlarından ikisi olarak işlemem. Bu düşünce uzun zamandan beri kafamdaydı ama, onları romanın kahramanı ve bir anlamda insanlarının yaşamlarını düzenleyen kimlikler olarak anlatabilip anlatamayacağımı doğrusu tam da bilmiyordum. Çünkü şehir de ırmak da, romanın kahramanlarından çok daha eski zamanları taşıyor. Mitolojik çağları, zor zamanları ve değişimleri…
Bu kitabım için uğraştığım uzun süre, özlediğimi başarabildiğim özgüvenini verdi. Tarihteki ayrıksı yaşanmışlıklar, coğrafyasındaki renklilik, bütün Hatay ilini kapsayan düzeyde, insan dokusunun çok çeşitli, çok renkli olması önemliydi benim için. Geçmişinin inanılmaz derecede etkileyici olduğu bir mekân seçtiğimi tam anlatamazsam, bunları harcamış olacağımı düşünerek başta biraz çekingen davranıyordum. Zaman bana Antakya’nın ve Asi ırmağının yerlerinden doğrularak romanı yaşatmaya başladıkları inancını verdikten sonra yine yorularak ama bütün o beş yüz kırk bir sayfayı zevk alarak yazabildim. Asi’ye ve Antakya’ya özgün kimliğini veremediğimi söyleyebilecek kimsenin olduğuna inanmam. Şehrime, ırmağıma ve diğer yazdıklarıma güvenim tam.
A.Saraç:
Romanlarınızda ki karakterleri toplumsal ve tarihi gelişmelerle iç içe anlatıyorsunuz. Bu romanınızda da köklü bir aileyi anlatırken arka planda da “Antakiye”nin tarihsel dönemini zaman sıçramaları ile veriyorsunuz. Kullandığınız teknik aynı zamanda dikkatli bir okuma yapılmasını da zorunlu kılıyor. Diğer taraftan fantastik öğelerin yoğunlukta olduğu popüler ve kolay okunan romanlar tüketilmekte, bu okuyucu yaklaşımı edebi romanların tercih edilmesi noktasında niceliksel ve niteliksel açıdan önemli bir risk oluşturur mu?
A.Kutlu:
Burada kolaymış gibi görünen sorulan şeyin cevabı, gerçekte, günümüz edebiyatı üstünde geniş bir değerlendirmeyi içeriyor. Olabildiği kadar dar tutmaya çalışarak düşündüklerimi aktarayım:
Edebiyat sanatı, adına roman, hikâye, şiir, anı, deneme dediğimiz türden oldukları söylenen metinlerin toplamı demek değildir. Roman diye sunulan her şey roman, hikâye diye yazıldığı savlanan şey de hikâye olmayabilir. Bunların hayli benzeri olan olay aktarımlarına da bu sıfatlar konur. Konuyor. Konsun. Bunlara edebi metin diyemiyorum ben. Bunlar zaman geçirmek için okunan, oyalayıcı, çaba göstermeyi gereksinmeyen, bir şey üretmeyen, merak unsuru anlatılan kişilerle sınırlı metinler. Şimdi bir moda daha var: Edebiyat türlerinin zorlu üretiminde başarısız olan – özellikle kadınlar – popüler ve yüzeysel metinlerle hem çok satarak zengin ve ünlü oluyorlar. Hem de başarıyı yalnız satışla ölçtükleri için burunları kalktıkça kalkıyor. Bir de uzun dilleri, kendilerini beğenmişlikleri var ki… O ucuz köşk- aşk- yanlış anlama romanları bir zamanlar çok yazıldı, çok okundu. Kadın edebiyatı diye edebiyatın dışında tutulan, – haklıydılar – bir konu seçimi ve yazım stiliydi bu . Ayrıştıkça ayrışan, cep telefonlarının elli- yüz sözcüklük dil kaynaklarıyla görüşüp danışan zekâ özürlü orta sınıf gençlerinin sorusuz, cevapsız metinlere düşmeleri çok kısa sürede yeniden gerçekleşti. Edebiyatın birincil gücü, insanlara geniş bir hayal gücü, anlama yeteneği, kültür ve her okuyuşta insanı çoğaltan zevkli bir zenginlik atmosferi vermesidir. Anlatmak değildir aslolan. Kitabı kapattığında okurun kendisinin de değişmiş olduğu bilincini duyuran yepyeni bir atmosfere çekilmiş olmasıdır. İyi bir roman, hikâye, şiir, deneme, anı, zaman geçirme aracı sayılamaz. Yazarın çabasını anlayabildiği gibi, anlatılanların kendisine geniş ufuklar açacağını da bilir.
Böyle okurlarım var. O yüzden gizemli ve zor anlatım, zaman sıçramaları, kurgu sırasında bazı oyunlar, yaşanmışlıkların irdelenmesi, Tarih, coğrafya sosyoloji, psikoloji, mitoloji, çok farklı veya marjinal karakterler o yüzden bana çekici geliyor. Böyle yazmak, zor. Okumak da… Zengin bir içsel dünyayı taşımak ve paylaşmaksa mutluluk benim için.
A.Saraç
Sovyet edebiyat kuramcısı Mihail Bahten roman sanatı üzerine “gelişmeye devam eden ve henüz tanımlanmamış tek tür romandır”demiş. Katılıyor musunuz bu düşünceye?
A.Kutlu
Bu kuramcının neyi düşünerek romanın daha olgunlaşmamış, henüz gelişen bir tür olduğunu söylediğini bilemem. Ben sanatın her dalında gelişmenin biçimsel değil, estetik anlamda olduğuna inanan biriyim. Biçimsel kurallar, hatta tek başına kurallar, mutlaka uyulması gereken içerikler taşımaz. Belki yalnızca aşırı ve ilgisiz taşmaları, yahut eksik kalan, böylece metinleri de bitmemiş gösteren durumları olabildiğince ortadan kaldırma amacını güderler. Bana göre sanatta konulmuş her kural, onları yok saymak için vardır. Ben sanatta kuramlara da inanmıyorum. Her yaygın şey gibi yeni moda çıkarmaktır farklı şeylere dikkat çekmek. Modalar geçer, öz kalır. O da bir anlamda ebediyet kadar uzun yaşar.
A.Saraç:
Ülkemizde önemli bir yazarsınız ve Ankara da yaşıyorsunuz. Ankara romancılığına nasıl bakıyorsunuz?
A.Kutlu:
Sevgili Aydanur, ben değişik mekânla sanatın farklılaşacağına inananlardan değilim. İnsan olarak barındığımız mekâna yönelik olarak bir yazarlar gurubunun ruhlarının orayla özel bir bağı olduğuna inanamam. Bunun merakla, bilgiyle, algılama özellikleriyle, öğrenimle, cinsiyetle, kültürle, etkilenimlerle ilgisi var ama şehirler gibi dar mekânlarla değil, çok daha büyük mekânlarla bütünleştirilebileceğine inanıyorum. Şunları diyebiliriz: Türk edebiyatı, Arap edebiyatı, Amerikan edebiyatı… Ya da daha geniş olarak: Eski dünya edebiyatı, Adalar edebiyatı, Avrupa edebiyatı… Tarihsel dönemler vardır, sınıflandırılabilecek. Uygarlıklar vardır, yüzyılları içeren. Savaş edebiyatı vardır: İnsan ruhunu en çok acıtan… Ama bir Ankara şairi, Ankara hikâyecisi, Ankara romancısı vardır denirse, buna beni kimse inandıramaz.
Teşekkür ediyorum.
A.Saraç
Zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim.